Duyurular
2/3159 ESAS NUMARALI BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ HAKKINDA DEĞERLENDİRME, 2/3159 ESAS NUMARALI BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ HAKKINDA DEĞERLENDİRME,kanun teklifi,yasa tasarısı,yasa teklifi
19.06.2025

2/3159 ESAS NUMARALI BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ HAKKINDA DEĞERLENDİRME

2/3159 ESAS NUMARALI BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ HAKKINDA DEĞERLENDİRME

 

13.06.2025 tarihinde birçok Kanun’da değişiklik öngören Torba Kanun niteliğindeki yasa TBMM’ye sunulmuştur. Teklif birçok farklı Kanun’da değişiklik öngörse de tüm değişikliklerdeki gerekçenin ve niyetin ortak olduğu anlaşılmaktadır.

 

2/3159 Esas numaralı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun teklifinin genel gerekçesinde;

 

“(…) 2022 yılında ilan edilen Türkiye Ulusal Enerji Planı'nda, mevcut durumda %45 olan yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen elektrik üretimi oranının 2035 yılı itibarıyla %65 seviyesine çıkarılması hedefi konulmuştur. Bu hedefin gerçekleştirilmesi özellikle rüzgâr ve güneş yatırımlarındaki artışa bağlı olup, hedefe ulaşılabilmesi için yenilenebilir enerji projelerinin hızla hayata geçirilmesi gerekmektedir. Teklifle yapılan düzenlemeler ile hedefe makul sürelerde ulaşılması amacıyla bu projelere ait izin süreçlerinin daha sade, daha yalın ve süratli bir hale getirilmesi öngörülmektedir.”

 

“(…)Yukarıda belirtilen hususlardan hareketle, elektrik arz güvenliği ve fiyat istikrarı için büyük öneme sahip mevcut yerli kömür yakıtlı termik santrallerin, hammadde arz sorunları nedeniyle kapanma tehlikelerinin bertaraf edilmesine yönelik geçici mahiyette düzenleme yapılması amaçlanmaktadır.

 

“(…) Madencilik faaliyetlerinin gerektirdiği yatırımların ekonomik büyüklüğü göz önüne alındığında, bu yatırımların gerçekleştirilebilmesi için piyasa öngörülebilirliği kadar hukuki öngörülebilirlik de elzemdir. Madencilikte izin süreçleri, söz konusu öngörülebilirliğin en kritik unsurlarından birini oluşturmaktadır. Uygulamada, izin süreçlerinin makul sürelerde tamamlanamadığı, işletme ruhsat süreleri göz önüne alındığında bu sürelerin büyük bir bölümünün izin aşamalarında geçirildiği ve üretime uzun yıllar sonra başlanabildiği görülmektedir. Bu nedenlerle madencilik yatırımlarının planlanması zorlaşmakta ve madencilik, cazip bir yatırım alanı olmaktan çıkmaktadır. Bu durumun en büyük göstergeleri, gelişmiş ülkelerin aksine ülkemizde köklü yatırımcı sayısının düşük sayıda kalması ve ruhsat talep sayılarındaki düşüştür. Tüm bu hususlar göz önüne alınarak hazırlanan teklifle madencilikte izin süreçleri yeniden düzenlenmiştir. Buna göre Teklifle izin süreçleri Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğünce ruhsat verilmeden önce tamamlanacaktır. Çevresel etki değerlendirmesi süreçleri ve izin süreçleri arasında koordinasyon artırılarak yatırımların hızlandırılması öngörülmektedir. Diğer yandan kurumlar arası ihtilaf halinde IV. Grup ile stratejik veya kritik madenlere ilişkin izinlerin üstün kamu yararı gözetilerek Cumhurbaşkanı Yardımcısı başkanlığında ve ilgili Bakanların katılımı ile teşekkül eden Kurul tarafından verilmesi amaçlanmaktadır.”

 

denilmiştir. Burada yer verdiğimiz ve Teklifte daha detaylı yer alan Genel Gerekçe, Teklifte yer alan maddelerdeki değişiklik ve yeni düzenlemelerin amacını açıkça ortaya koymaktadır. Ve bu Gerekçe şirket-devlet çıkar ortaklığının sarih ilanı anlamına gelmektedir.

 

Bu kapsamda; Çevre Kanunu, Maden Kanunu, Mera Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu gibi birçok kanunda yapılan değişiklik ve yeni düzenlemelerin genel hatlarıyla anlamına ve sonuçlarına değindikten sonra; öne çıkan bazı maddelerde meydana gelen değişiklikleri değerlendireceğiz. 

 

Her Şey Sermaye İçin!

Genel gerekçede de açıklandığı üzere; enerji ve maden sektörü lehine izin, onay süreçlerini ortadan kaldıran ya da bir formalite olarak tanımladığı bu süreçleri kısa zamanda tamamlamayı öngören, yatırımcının kâr maksimizasyonuna odaklı, hukuki belirsizlik içererek kural tanımını şirket lehine yorumlayan bir Kanun Teklifi ile karşı karşıyayız.

 

Bizler, Anayasa ile koruma altına alınmış pek çok alanı yapılaşmaya, enerji ve maden projelerine açmak isteyen maksatlı yasa değişiklikleriyle, yasa yapamadığı noktada ise bu alanları yönetmelik ve genelge gibi alt düzenlemelerle fiilen delmeye çalışan bir idare anlayışıyla yıllardır mücadele ediyoruz.

 

Ancak bugün karşılaştığımız Kanun Teklifinde yer alan maddeler bir istisna düzenleme niteliğinde değildir. Çünkü andığımız gerekçe sarih bir biçimde, düzenlemelerin, şirketlerin izin süreçlerindeki işini kolaylaştırmak, bu süreçlerdeki kaybını telafi etmek amacıyla yapıldığını ifade etmektedir. Bu anlayışın yeni olmadığını elbette biliyoruz. Ancak artık bunun açıkça dile getirilmesi, Kanun’un meşruiyetinin tartışılmasına dair en küçük bir kaygı taşınmaması, bugün fiilen süren kural tanımazlığın kanunileştirilerek kalıcı hale getirilmek istendiğinin açık göstergesidir.

 

Enerji ve madencilik faaliyetlerinde yeni bir paradigma ile karşı karşıyayız. Kamusal denetimin, katılımın, koruma yükümlülüğünün rafa kaldırılmasının amaçlandığı, salt büyüme odaklı bir yaklaşımla yatırım sayısını artırmak adına süreçlerin hızlandırıldığı, kamu kurumlarının süreçteki yetkilerinin etkisizleştirildiği bu senaryoda ruhsat hukuku kapsamında düzenleme ve denetleme yükümlülüğü olan MAPEG’in adeta bir “müşavir firma” gibi hareket ederek proje sahibine izinleri alınmış hepsi dahil ruhsatlık saha devretmeye hazırlandığı açık.

 

Yargılama süreçleri, ÇED prosedürleri ve sürekli değiştirilen yap-boz niteliğindeki kanun düzenlemeleriyle zaten bu süreçlerin dışına itilen yurttaşların, canlıların, doğanın, yaşam alanlarının ve gelecek kuşakların lehine tek bir itiraza dahi bu Teklif’te yer verilmemesi tesadüf değildir. Şirketlere adeta dikensiz bir gül bahçesi vadeden bu paket kanun düzenlemesi ise asla kabul edilemez.

 

Çünkü yasaları yalnızca sermayenin çıkarlarını meşrulaştırmanın aracı olarak görmek, adaletsizliği açıkça ortada olan bir “hukukilik” perdesinin ardına sığınmaktır. Bu tür bir düzenlemeye hiç kimse uymaya zorlanamaz. Bu nedenle, her cümlesiyle “Her Şey Sermaye İçin” diyen bu Kanun teklifinin meşru hiçbir yanı bulunmadığını açıkça ifade etmek gerekir.

 

Doğa, Canlılar, Yaşam Savunucuları ve Gelecek Kuşaklar Bu Teklifin Neresinde?

 

Bugün termik santrallerden, açık ocak altın-gümüş madeni işletmelerine; beton santrallerinden, taş ocaklarına kadar birçok projenin yarattığı ekolojik felaketin sonuçlarını hep birlikte yaşamaktayız.

 

İliç Katliamı’ndan, Amasra Maden Katliamı’na, Cudi orman yangınlarından, Hatay’da her mahallede kurulan beton santraline kadar her bir bölgede, her bir ilde, ilçede, köyde hatta insanın yaşamadığı yabanıllıklarda bile, daha fazla kazanma hırsıyla ekolojik yıkımlar yaşanmaktadır.

 

Bu ekolojik yıkımlara karşı mücadele eden; yaşadığı yer hakkında ve aslında tüm dünya adına söz söylemek isteyen yurttaşlar, örgütler ve yaşam savunucuları, yıllardır bu süreçlerin dışında bırakılmak istenmektedir. Katılım, başvuru ve kendini yönetme hakları; yüksek bilirkişi masrafları, tehditler, korucu müdahaleleri, jandarma ve polis şiddeti ile hatta paramiliter yöntemlerle sistematik biçimde bypass edilmeye çalışılmaktadır.

 

Bugün kanunlaştırılmak istenen bu Kanun Teklifi, katılım ve itiraz haklarını tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Teklif, yayımlandığı anda halkın kendi memleketi üzerindeki söz ve eylem hakkını sona erdireceğini açıkça ilan etmektedir. Bu nedenle, kendi halkından yüz çevirip yalnızca şirketlerin çıkarlarını gözeten bu Teklifi kanunlaştırmayı hayal etmek, fiilen katılım, itiraz ve birçok temel haktan mahrum bırakmanın ilk adımıdır.

 

Bu nedenle itirazımızın sadece kelime tartışmalarından ibaret olmadığını; doğanın, canlıların, yaşam savunucularının ve gelecek kuşakların bu Teklif’in neresinde olduğunu sorguladığımızı özellikle vurguluyoruz.

 

Bu Kanun, Hangi “Kamu”nun Yararına?

 

“Yeşil enerji” söylemiyle süslenen; Paris İklim Anlaşması’nın gereği olarak terk edilmesi gereken termik santrallerden madenciliğe kadar birçok sektörde yatırımcı lehine sağlanan kolaylıklar, kamu yararı ve üstün kamu yararı kisvesi altında meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.

 

Kanun’un temel meşruiyet zemini olarak sunulan kamu yararı ve üstün kamu yararı öyle tanımlanmıştır ki bu yarar hangi “kamunun” diye sormak gerekir. Çünkü biz bu yararın orman köylüsünün yararı olmadığını, bu yararın topraksızlaşacak köylünün yararı olmadığını, bu yararın nehirlerin, ormanların, birlikte yaşadığımız cümle canlıların, gelecek kuşakların yararı olmadığını biliyoruz. “Kamu” dediğimiz kavram tüm bunları kapsarken; yatırım ve yatırımcı lehine daraltılmış kamu yararı anlayışı ne hukuken ne de toplumsal vicdanda meşru bir zemin bulabilir.

 

Sonuç olarak bu kanun, sermayenin sınıfsal çıkarlarını koruyan ve büyüme odaklı stratejisiyle, ihtiyaç fazlası enerji ve madencilik üretimini meşrulaştırarak daha fazla yatırım çekmeyi amaçlamaktadır. Oysa bu süreç, doğayı ve toplumu geri dönülmez bir yıkım girdabına sürüklemektedir. Süreci hızlandırmak adına tüm hukuki ve ekolojik gerekliliklerin hiçe sayılmasıyla ormanlar, meralar hızlıca enerji ve madencilik tesislerine tahsis edilmekte; bu yalnızca ekosistemleri değil, aynı zamanda toplumun sosyal dokusunu da tehdit etmektedir.

 

Üretimin bu denli yoğunlaştırılması, emek üzerindeki baskıyı artırmakta; uzun çalışma saatleri ve derinleşen sömürü koşullarını meşrulaştırırken, doğaya yönelik tahribatı sistematikleştirmektedir. Kapitalizmin doğa üzerindeki sınıfsal sömürü ilişkisini yeniden düzenleyen bu hukuk, ekonomik ve ekolojik krizlerin katlanarak büyümesine zemin hazırlamaktadır.

 

 

  • Teklif ’in 1. maddesi ile 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.

 

  • Ancak, bu durum söz konusu teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel teşkil etmez.”

 

İşbu maddenin gerekçesi;

 

“Yapılan düzenleme ile söz konusu “ÇED Gerekli Değildir Kararı” ifadesinin sebep olduğu yanlış anlaşılmaları engellemek, Ek-2 listesinde yer alan projeler için verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi Kararları” kapsamında bulundukları taahhütlere uymakta faaliyet sahiplerinin daha dikkatli ve duyarlı olmalarını sağlamak ve kamuoyu nezdindeki yanlış anlamaların önüne geçmek amaçlanmaktadır.

 

Ayrıca, mevcut durumda çevresel etki değerlendirmesi kararı nihayetlenmeden, arazi edinimi, orman izni, vasıf değişikliği, vb. gibi yatırım dönemindeki diğer izin süreçleri de yürütülememektedir. Dolayısıyla, çevresel etki değerlendirmesi kararı sürecinde geçen süre, sayılan diğer izinlerin de işlem süresini uzatmaktadır. Bu durum da yatırımların hayata geçmesinde gecikmelere sebebiyet vermektedir. Yapılan düzenlemeyle çevresel etki değerlendirmesi ile diğer izin süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütülebilmesi amaçlanmakta ve böylelikle aynı süre zarfında tüm izin süreçlerinde işlem yürütebilmeye imkân tanınarak yatırımların hayata geçmesinin hızlandırılması planlanmaktadır.”

 

şeklinde tanımlanmıştır.

 

ÇED Gerekli Değildir Kararı, ÇED Yönetmeliği’nin Ek-2 listesinde yer alan çevresel etkileri ön inceleme ve değerlendirmeye tabi projelerin, çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkilerinin, alınacak önlemler sonucunda ilgili mer’i mevzuat ve bilimsel esaslara göre kabul edilebilir düzeyde olduğunun belirlenmesi üzerine, projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca görülmediğini belirten kararı tanımlamaktadır.

 

ÇED Yönetmeliği Ek-2 listesinde olup; kapasitesi ve etkisi bakımından gerçek anlamda bilimsel esasa ve sonuçlara dayanmadan; sırf Ek-2 listesinde olduğu için ÇED Gerekli Değildir Kararı verilen birçok proje bulunmaktadır, kapsamı itibariyle Ek-1 listesine girmesi beklenirken, kapasitesi düşük gösterilerek; Ek-2 listesinde yer alan ve sırf bu listede yer aldığı için entegre proje niteliği, kapasitesi esas alınmayan birçok proje ise yine ÇED Gerekli Değildir Kararı almaktadır. Nitekim bu durum ise Sayıştay Raporlarına yansımış, bu sebeple açılan davalarda kararlarla içtihatlar oluşmuştur.

 

Aynı zamanda bu kapsamda olan bir projenin yani ÇED Gerekli Değildir Kararına tabi bir projenin çevresel etkileri yokmuş, herhangi bir denetim mekanizmasına tabi değilmiş gibi bir algı mevcut olup; bu ise şirketlerin kural tanımazlığı ve idarenin denetim mekanizmasını işletmemesinden kaynaklanmaktadır.

 

Madde gerekçesinde bahsettiğimiz bu sorunu çözmek amaçlı hareket edildiği ifade edilmişse de madde içeriğinin bu sorunun çözümüne hizmet etmediği, çünkü mesele edindiği sorunun yatırımcılara, şirketlere daha hızlı sonuca varma imkanı sağlamak, yatırımcının karının maksimize edilmesi olduğu açıktır.

Nitekim yapılan değişiklik ile ÇED Gerekli Değildir kararı tamamen etkisizleştirilmiş, ÇED Gerekli Değildir Kararına tabi projelerde karar alınmadan onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilmesine, proje için yatırıma başlanmasına ve ihale yapılmasına izin verilmiştir.

 

Bununla birlikte ÇED Olumlu Kararı alınmamış olsa da teşvik, onay, izin ve ruhsat süreçlerine başvurulmasına engel olunmayacağı ifade edilerek; aslında şirketin bu kararı alacağı ön kabulüyle hareket edilmiştir. İdare de buna zorlanmaktadır. ÇED süreci tamamlanmadan diğer başvuru süreçleri sonuçlanmasa dahi başlatılması yerinde değildir. Çünkü ÇED sürecinin sadece sonucunda verilen karar değil, ÇED Raporu, içeriğinde yer alan taahhütler, ÇED sürecinde yapılan etki değerlendirmeleri ve kurum görüşleri onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım süreci için önem teşkil eder. Ancak bu düzenlemede tüm bu süreçler prosedür olarak görülmüş ve prosedürel aşamalar tamamlanarak; son aşamada da onaylayıp geçme gayesi güdülmüştür. 

 

Bununla birlikte; ÇED süreçleri mevcut haliyle ÇED süreci ile korunmak istenen değeri korumaktan uzaktır, önleyicilik ilkesine hizmet etmemektedir. Ancak bu süreçlere dair yıllardır geliştirilen itirazlar, bu itirazları doğrulayan ekolojik yıkım, ekokırım, işçi katliamı olayları ve içtihatlar mevcutken bunları dikkate alan tek bir düzenlemenin yapılmaması da ayrı bir eksikliktir.

 

  • Teklifin 2. Maddesiyle 3213 sayılı Kanunun 7. maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü, yedinci ve on birinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

 

MEVCUT METİN

TASLAK METİN

Madencilik faaliyetlerinde izinler:

MADDE 7-

...

(2) Özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, 1 inci derece sit alanları ile madencilik amacı dışında tahsis edilen ve Genel Müdürlük tarafından uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, petrol, doğalgaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanlarına ait koordinatlar ilgili kurumlar tarafından Genel Müdürlüğe bildirilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

(3) Bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen alanlara yapılan ruhsat müracaatlarının hak sağlaması hâlinde, iki ay içinde ruhsat bedeli yatırılması ve 16 ncı maddeye göre müracaatta bulunulması şartıyla ruhsat düzenlenir. Ruhsat sahasındaki bu alanlara ilişkin ilgili kurumlardan izin alınması için ruhsat sahibine bir yıl süre verilir. Bu süre içinde bu alanların izin alınamayan kısımları ruhsat sahasından taksir edilerek ihale yolu ile ruhsatlandırılır.

 

 

 

 

 

(4) Devlet ormanları içinde yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için zorunlu ve ruhsat süresine bağlı olarak yapılan geçici tesislere 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre izin verilir.

...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(7) Madencilik faaliyeti yapılan alanların, izne tabi alan olmaları halinde, ilgili olduğu kanun hükümlerine göre gerekli izinlerin alınması zorunludur. Ancak, Genel Müdürlükçe işletme ruhsatı verildikten sonra, işletme ruhsat alanının diğer kanunlara göre izne tabi alan haline gelmesi durumunda ilgili kanunların öngördüğü yükümlülüklerin yerine getirilmesi suretiyle kazanılmış haklar korunarak faaliyetler sürdürülür. Diğer kanunlara göre izne tabi alanlar, Genel Müdürlüğün görüşü alınarak belirlenir.

...

(11) Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, diğer izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geç üç ay içinde bitirilir. Bakanlık ve diğer bakanlıkların mevzuatının gerektirdiği maddî yükümlülükler ruhsat sahibi tarafından karşılanır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni Fıkra

 

Madencilik faaliyetlerinde izinler:

MADDE 7-

...

(2) Özel çevre koruma bölgeleri, 9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununa göre korunan alanlar, sulak alanlar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, ormanlar, 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununa göre ilan edilen kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, turizm merkezleri, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, 21/7/1983 tarihli ve  2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında kalan sit alanları ile madencilik amacı dışında tahsis edilen ve Genel Müdürlük tarafından uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, petrol, doğalgaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanlarına ait koordinatlar ilgili kurumlar tarafından Genel Müdürlüğe bildirilir.

(3) Ormanlar hariç ikinci fıkra kapsamında bildirilen alanlarda ruhsat düzenlenmeden önce Genel Müdürlük, ilgili kuruma proje hakkında görüşünü sorarak izin talebinde bulunur. İlgili kurum değerlendirmelerini tamamlayarak üç ay içinde izin talebine cevap verir. Bu süre içerisinde cevap verilmemesi durumunda ilgili kuruma Genel Müdürlükçe bir ay ilave süre verilir. Bu süre sonunda da karar bildirilmezse, izin verilmiş sayılır. Verilen izin, işletme ruhsatına geçiş veya temdit değerlendirmelerinde o alanda devam eder. Ancak idarenin projede veya rehabilitasyon projesinde değişiklik talep etmesi mümkündür.

(4) Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile madencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve altyapı tesislerine 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre Genel Müdürlüğün talebi üzerine üç ay içinde yirmi dört ay süreyle bedelsiz izin verilir. Genel Müdürlükçe talep edilmesi halinde izin süresi on iki ay uzatılır. Genel Müdürlükçe alınan bedelsiz izne ilişkin taahhüt senedi Orman Genel Müdürlüğüne verilir. Ancak verilen bedelsiz iznin işletilmesi, gerçek ve tüzel kişilere devredilmesi veya işlettirilmesi hâlinde alınması gereken bedeller Orman Genel Müdürlüğünün özel bütçe hesabına yatırılarak, bedelli taahhüt senedi en geç bir ay içerisinde Orman Genel Müdürlüğüne verilir. Bu fıkranın yürürlüğe girmesinden önce verilen izinler ruhsat süresince devam eder ve altı ay içerisinde Genel Müdürlüğe devredilir. Arama faaliyeti için izin verilen alanlarda mücbir sebepler ve kısıtlayıcı yasal hükümler hariç işletme faaliyetine de izin verilir. İzin süreçlerinde mevzuatı gereği alınması gereken kurum görüşleri, çevresel etki değerlendirmesi belgesi gibi belgeler Genel Müdürlükçe alınır. Orman Genel Müdürlüğü tarafından verilen izin çevresel etki değerlendirmesi yönünden uygun görüş olarak kabul edilir.

(7) Ruhsat düzenlendikten sonra alan, izne tâbi hâle gelse dahi madencilik faaliyetlerine devam edilir. Ancak ruhsat sahasında kültür varlığının tespiti hâlinde madencilik faaliyetlerine devam edilebilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görüşü aranır. Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görüş vermemesi durumunda Genel Müdürlük tarafından hesaplanan yatırım giderleri tutarındaki tazminat, lehine kısıtlama kararı verilen idarenin bütçesinden ruhsat sahibine ödenir.

...

(11) Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülür. Çevresel etki değerlendirmesi sürecinde ilgili kurumlar görüşlerini en geç üç ay içinde verir. Kurumların ilave süre talep etmeleri halinde en fazla bir ay ek süre verilir. Tüm değerlendirmelerini tamamlayarak bu süreler içinde görüş bildirmeyen kurumun görüşü olumlu kabul edilir. İzin vermiş kurumlar çevresel etki değerlendirmesi sürecinde olumsuz görüş veremez. Çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı alınan madencilik faaliyetleri için, ilgili kurum tarafından varsa mali yükümlülükler alınarak en geç bir ay içinde diğer işlemler tamamlanır.

(24) Üçüncü veya dördüncü fıkra uyarınca ilgili kurum tarafından IV. Grup ile stratejik veya kritik madenlere izin verilmeyen hâllerde; sahanın rezerv potansiyeli, yeri, cinsi ve ekonomiye katkısı gibi hususlar dikkate alınarak Bakanlıkça yapılacak başvuru üzerine izin hakkında nihai karar, üstün kamu yararı çerçevesinde Kurul tarafından verilir. Kurul, madencilik faaliyeti lehine karar verirse ilgili kurum bir ay içinde izin kararını Genel Müdürlüğe gönderir ve ruhsat düzenlenir.

 

Teklif’in 2. maddesiyle; Maden Kanunu’nun 7. maddesinin 2. fıkrasında, çeşitli kanunlar kapsamında korunan doğal, tarihi ve kültürel alanlar, yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planıyla onaylanan alanlar, madencilik amacı dışında tahsis edilen enerji tesisi, sanayi, endüstri bölgesi, boru hattı gibi yatırım alanlarının koordinatları ilgili kurumlar tarafından Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'ne bildirileceği, 3. fıkrasında ise; MAPEG’in, ormanlar hariç bu alanlarda ruhsat düzenlenmeden önce ilgili kurumdan proje hakkında görüşünü sorarak izin isteyeceği, 3 ay içinde görüş verilmeyen kuruma 1 aylık ek süre tanınacağı, bu sürede de yanıt verilmemiş olursa, izin verilmiş sayılacağı, bu iznin ise, işletme ruhsatına geçiş veya temdit (ruhsat süre uzatımına) kadar devam edeceği düzenlenmiştir.

 

3.fıkrada yer alan; kurumlarca görüş bildirilmemesi durumunda kurumların görüşünün olumlu sayılmasına ilişkin düzenleme genel kabul gören İdare Hukuku ilkesi uyarınca “zımni ret” olarak değerlendirilmektedir. Zımni ret bir işlemin veya açıklamanın yapılmasının reddedilmesi şeklinde gerçekleşmekte olup, bu yönü itibariyle olumsuz bir sonucu ifade etmektedir. İdari Yargılama Usulü Kanunun 10 maddesinde ve 11. maddesinde düzenlendiği gibi. Ancak burada “suskunluk”, “sessizlik” genel idare hukuku ilkesine aykırı bir şekilde “zımni kabul” olarak değerlendirilmiştir ve bu açıkça idare hukukunun genel ilkelerine aykırıdır.

 

4. fıkrada; maden arama ve işletme faaliyetleri için verilecek “orman izni” ile ilgili düzenleme değiştirilmiş olup; buna göre, devlet ormanlarında maden arama ve işletme faaliyetleri ve bu faaliyetler için gerekli altyapı ve yatırımlar için MAPEG’e talebi halinde 3 ay içinde 24 aylık bedelsiz izin verileceği, bu sürenin, Genel Müdürlüğün talebi halinde 12 ay daha uzatılabileceği, bedelsiz izin, gerçek ve tüzel kişilere devredilebilecek ya da işlettirilebileceği, arama için izin verilen alanlarda mücbir sebepler ve kısıtlayıcı yasal hükümler haricinde işletmeye de izin verileceği, izin süreçlerinde alınması gereken kurum görüşleri ile ÇED belgesi gibi belgeleri MAPEG tarafından alınacağı, OGM’nin verdiği iznin, ÇED yönünden olumlu görüş olarak kabul edileceği düzenlenmiştir.

 

Bu fıkranın gerekçesi ise;

 

Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından ruhsat düzenlenmeden önce ilgili kurumlardan izin alınması, Orman Genel Müdürlüğünce verilecek izinlerin çevresel etki değerlendirmesi ihtisasına ve gerekliliklerine uygun çerçevede hazırlanması, böylelikle bu izinlerin çevresel etki değerlendirmesi sürecinde de esas alınması, üçüncü fıkra gereğince verilen iznin işletme ruhsatına geçiş ve temdit sürecinde ilgili idareyi bağlaması, gerekli mali yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve taahhütlerin alınması üzerine diğer işlemlerin tamamlanması öngörülmektedir. Ayrıca bu izin süreci dört ayla kısıtlanarak, izin süreçlerinin hızlandırılması sağlanmaktadır. Bu izin, madencilik faaliyeti bakımından bağlayıcı olmakla birlikte, ilerleyen aşamalarda madencilik projesinde yapılacak değişikliklere bağlı olarak ilgili idarenin proje hakkında değişiklik talep etme yetkisi saklı tutulmaktadır. “

 

şeklinde ifade edilmiştir.

 

Düzenleme, ÇED Olumlu Kararı olmadan ya da ÇED Gerekli Değildir kararı olmadan orman izni verilebileceğini ifade etmekte olup; Çevre Kanunu 10. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin yok sayılması anlamına gelmektedir. MAPEG tarafından alınan orman izninin ÇED sürecine dair olumlu görüş olarak sayılmasının ise herhangi bir hukuki dayanağı bulunmamaktadır.

 

Bununla birlikte; bu düzenlemeye benzer bir içeriğin Kanun’un 11. Fıkrasına dair yer alan düzenlemede de kendine yer bulduğu görülmektedir. Düzenlemede; ÇED süreci kapsamında görüşü istenen kurumların 3 aylık süre içerisinde görüşlerini sunması gerektiği, bu sürede görüş sunulmazsa en fazla 1 aylık ek süre verileceği, bu süre içerisinde görüş sunmayan kurumların görüşlerinin olumlu kabul edileceği, İzin veren kurumların, ÇED sürecinde olumsuz görüş sunamayacaklarını, ve zımni kabul ya da olumlu görüş veren kurumların ÇED sürecinde aykırı görüş sunamayacağı, olumsuz görüş sunanların ise ÇED sürecinde olumlu görüş sunma hakkının mevcut olduğu yer almaktadır.  Bu düzenleme ÇED sürecini ortadan kaldırmakta ÇED sürecini bypass etmekte, kağıt üstünde bırakmakta ve çevre hukuku ilkelerini yok saymaktadır.

 

Kanun’un 7. maddesine yeni eklenen 24. fıkrada ise; ormanlar ve ormanlar haricindeki çeşitli hükümlerle koruma altına alınan, madencilik amacı dışında bir kullanıma ayrılan alanlarda 4. grup madenler ile stratejik veya kritik madenlere izin verilmeyen hâllerde; sahanın rezerv potansiyeli, yeri, cinsi ve ekonomiye katkısı gibi hususlar dikkate alınarak Bakanlıkça yapılacak başvuru üzerine izin hakkında nihai karar, üstün kamu yararı çerçevesinde Kurul tarafından verilebileceği düzenlenmiştir. Burada bahsedilen Kurul ise Teklif’in 2. maddesinde düzenlenen tanımlarda tanımlanmış olup; Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilen Cumhurbaşkanı Yardımcısının başkanlığında; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Hazine ve Maliye Bakanı, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile izinler hakkında karar vermeye yetkili bakanlıkların bakanlarından oluşan, çalışma usul ve esasları Cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenlenen Kurul olarak tariflenmiştir.

 

Stratejik ve kritik madenden yola çıkılarak oluşturulan bu düzenlemede yer alan bu maden türü ne diye baktığımızda;  bu Teklif’in 4. maddesinde düzenlendiğini görüyoruz.  Buna göre;stratejik veya kritik madenler; arz kesintisi veya yüksek fiyat artışı hâlinde ciddi ekonomik sorunlar veya güvenlik zafiyeti doğabilecek, sanayi üretiminin temel girdilerinden olan ve yüksek arz riski taşıyan madenlerin, kritik maden olarak kabul edileceği; ulusal güvenlik ve ekonomik refah için yüksek öneme sahip olan ve iç veya dış etkenler nedeniyle arzı kısıtlanabilecek madenlerin, stratejik maden olarak kabul edileceği, stratejik veya kritik madenlerin Millî Savunma Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ile ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınarak Bakanlık tarafından tespit edileceği belirtilmiştir.

 

Bu tanımlamalar belirlilik için yapılmış gibi gözükse de ulusal güvenlik, ekonomik sorun, ekonomik refah çok geniş, takdiri tanımlar içerebilecek kriterlerdir. Bakanlığın hangi kriterlerle başvuru yapacağı belirsiz olmakla birlikte; bu düzenleme ile şirketlere ayrıcalık tanınması, keyfi uygulamalarla karşılaşılması da bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

 

Bununla birlikte; korunan alanlara dair yer seçiminin olduğu projelerde; Kurumlar’dan olumlu görüş alınamadığından, “üstün kamu yararı” veçhesine yaslanarak; Hazine ve Maliye Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan oluşan bir Kurul’a bu yetkinin devredilmesi ise hukuken yerinde değildir. 

 

  • Teklif ‘in 11. maddesi ile; 3213 sayılı Maden Kanunu’na geçici 45. madde ve ekli haritalar ile listeler eklenmiştir.

 

İlgili madde gerekçesinde; yerli kömür kaynaklarının değerlendirilmesi yalnızca teknik bir tercih olmadığı; enerji arz güvenliğinin sağlanması, ekonomik bağımsızlığın güçlendirilmesi ve bölgesel kalkınmanın desteklenmesi bakımından da stratejik bir zorunluluk olduğu ifade edilerek; madde ile, elektrik üretimine münhasır olarak gerçek veya tüzel kişiler tarafından yürütülen madencilik faaliyetlerinin, uzman kişilerin de sürece katkı sağlaması ile zeytinlik alanlarda kayıp yaşanmadan doğayla barışık bir biçimde sürdürülmesi doğrultusunda bağlı olunacak usul ve esaslar düzenlendiği ve taşınmazlarının kamulaştırılması nedeniyle tarımsal faaliyet yapma imkânı ortadan kalkmış maliklere yeni oluşturulacak zeytinlik alanların uygun bedelle kiralanmasının amaçlandığı belirtilmiştir.

 

Bu düzenlemede; elektrik ihtiyacını karşılamaya yönelik madencilik faaliyetlerinin, tapuda zeytinlik olarak kayıtlı veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan bu Kanuna ekli Harita ve Koordinat Listesi sınırları içinde alanlara denk gelmesi ve madencilik faaliyetinin başka alanda yapılmasının mümkün olmaması durumunda, Bakanlığın kamu yararını dikkate alarak; madencilik faaliyeti yürütülen kısımdaki zeytin ağaçlarının başka bir alana taşınmasına karar verilebileceği ; zeytin ağaçlarının taşınması mümkün değilse, zeytinlik sahasında madencilik faaliyeti yürütülebilmesine faaliyet yürütülecek alan ile eşdeğer büyüklükte zeytin bahçesi tesis edilmesinin zorunlu olacağı, Bakanlık izni öncesinde aralarında biyolog ve ziraat mühendisinin de bulunduğu uzman kişilerden görüş alınması gerekeceği, sahada madencilik faaliyetine ve faaliyete ilişkin geçici tesis inşa edilmesine izin verebileceği ifade edilmiştir. 

Kanun teklifinin ekinde yer alan Harita ve Koordinat Listeleri Muğla sınırlarındaki Limak-İçtaş ortaklığına Yeniköy ve Kemerköy Elektrik Üretim Santralleri ve Kömür Madeni Sahaları ile Bereket Enerji’ye ait Yatağan Termik Santrali ve Kömür Maden Sahaları harita ve koordinatlarıdır.

 

3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un 20. maddesi uyarınca, zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 km mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mâni olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamayacağı ve işletilemeyeceği açıktır ve bu Kanun’a aykırı bir düzenleme yapılmaktadır. Ve bu düzenleme bir önceki geri çekilen düzenlemeden farklı olarak zeytinlik sahası değil zeytin ağacı olarak düzenlenmiştir. Yani tek bir ağaç dahi bu kapsamda yer alacaktır. Bununla birlikte bu istisnai hükmün belirtilen koordinatlarla sınırlı kalmayacağının, zamanla genişletileceğinin de bilinmesi gerekir. 

 

Kaldı ki bu düzenlemenin kişi özel Teklif niteliğinde olduğu açık; olup Limak-İÇTAŞ ve Bereket isimli şirketler için özel kanun düzenlenmesi yapılmaktadır.
Bu durum ise Anayasanın 2. maddesine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında; “Kanunların, ilke olarak genel ve nesnel nitelikte olmaları gerekir. Kanunların genelliği olarak adlandırılan bu ilke, hukuk devleti ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucu olarak kabul edilmektedir. Kanunun genelliği, onun belli bir kişiyi hedef almayan, özel, aktüel, geçici bir durumu gözetmeyen fakat önceden saptanmış olup, soyut şekilde, uygulanabileceği bütün kişilere hitap eden hükümler içermesi demektir. Kanun, genel hukuk kuralları koymalı, kişiye özel hükümler içermemelidir. Her kanunun sonuç itibarıyla belli bir grup ya da kişiye haklar ya da mükellefiyetler getirmesi kaçınılmazdır. Burada aslolan, yapılan bu geçici düzenlemenin aynı durumda bulunan herkesi kapsamına alıp almadığı ve kişilere özel çıkar sağlayıp sağlamadığıdır. Bir başka ifadeyle yapılan düzenlemenin kanunların genelliği ilkesine aykırılığının saptanmasında, kanunun kapsamına aldığı kişilerin bazılarına ayrıcalık yapıp yapmadığı ile kapsamına aldığı kişilerin tümüne ayrıcalık yapıp yapmadığına bakılmalıdır.” denilmektedir.

 

Yine Kanun Teklifinde yenilenebilir enerji üretimi baskısı sebebiyle düzenlenen maddelerin dayanağı İklim Değişikliği iken; kömürlü termik santrallere yönelik tanınan ayrıcalık da aslında bir iklim, çevre politikası çerçevesinde değil her türlü yatırımın kolaylaşması amacıyla hareket edildiğini göstermektedir.

 

Bununla birlikte bir diğer mesele ise topraksızlaştırmadır. Önce zeytinliklere el konulup sonra alan kiralanması inşaat sektöründe çokça karşılaştığımız bir pratik olup; köylünün yoksullaştırılması, topraksızlaştırılmasıdır.

 

  • Teklif ‘in 14. maddesi ile 4342 sayılı Mera Kanununun 14. maddesinin birinci fıkrasına (j) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bent eklenmiş ve dördüncü fıkrasında yer alan “(a), (f), (g), (ğ) ve (h)” ibaresi “(a), (f), (g), (ğ), (h) ve (k)” şeklinde değiştirilmiştir.

 

“k) 10/5/2005 tarihli ve 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun kapsamında ilan edilen yenilenebilir enerji kaynak alanları için ihtiyaç duyulan,”

 

Bu düzenleme ile yenilenebilir enerji projeleri k bendi ile artık tahsis amacı değişikliğine doğrudan gerekçe olarak kullanılabilecek bentler arasına eklenmiştir. Mera Kanunu’nda yapılan değişikle bu sefer mera alanları doğrudan yenilenebilir enerji yatırımlarına ve yapılaşmaya açılmıştır. Oysa Mera Kanunu’nun amacı, hayvancılığın korunmasında ve gelişiminde stratejik bir yer kaplayan, çayır, otak ve mera alanlarını korumaktadır. Bu sebeple bu alanların tahsis amacından farklı bir şekilde kullanılmaması, sınırlarının daraltılmaması gerekir.

 

  • Teklif ‘in 15. maddesi ile 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunun 8. maddesinin başlığı “Arazi ihtiyacına ve diğer izin süreçlerine ilişkin uygulamalar” şeklinde, üçüncü fıkrasında yer alan “31/12/2025” ibaresi “31/12/2030” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“Orman vasıflı taşınmazlarda rüzgâr veya güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulabilmesine ilişkin izin süreci aşağıdaki esaslar dahilinde yürütülür:

 

a) Önlisans belgesine istinaden, süre uzatımları dahil olmak üzere, önlisans süresi kadar izin verilebilir. Üretim lisansı aşamasına geçilememesi halinde bu izin önlisans süresi sonunda resen sona erer. Üretim lisansı aşamasına geçildiğinin EPDK tarafından ilgili idareye bildirilmesi durumunda, önlisansa dayalı izin, üretim lisansı süresi sonuna kadar uzatılır.

 

b) Proje ve etüt aşamasındaki ölçüm ve sondaj faaliyetleri için, ilgili projenin önlisans veya üretim lisansı almış olması şartı aranmaksızın izin verilebilir. Ancak, (a) bendi kapsamında izin verilen bir saha içerisinde, izne konu projeye yönelik yapılan ölçüm ve sondaj faaliyetleri için ayrıca izin aranmaz.

 

c) İzin başvuruları, başvuru tarihinden itibaren azami altmış gün içerisinde sonuçlandırılır.

Rüzgâr veya güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesislerine ilişkin proje tanıtım dosyası veya çevresel etki değerlendirmesi raporu hazırlanması süreçlerinde, rüzgâr projelerinin ana kuş göç yolları üzerinde, güneş projelerinin ise ana kuş göç yolları üzerindeki darboğazlarda olması halinde ornitolojik gözlem yapılması zorunludur. Diğer alanlardaki rüzgâr ve güneş projeleri için ornitolojik gözlem yapılması gerekmez; ancak bu projeler için yatırımcı bu hususta ilgili idare tarafından talep edilen tedbirleri almakla yükümlüdür.”

 

Bu fıkralar ile yenilenebilir enerji üretim tesislerinin izin, kira, irtifak işlemlerinde uygulanan indirimlerin 2030 sonuna kadar uzatılacağı, RES ve GES’ler için ön lisans belgesi ile de orman izni alınabileceği, ölçüm ve sondaj çalışmaları için lisans şartı aranmadan izin verilebileceği, ana kuş göç yolları üzerinde olmayan RES ve GES’ler için kuş gözlem zorunluluğu olmayacağı düzenlenmiştir.

 

  • Teklif ‘in 16. maddesi ile 5346 sayılı Kanuna eklenen Ek 1.madde ile ön lisans veya üretim lisansı bulunan rüzgâr veya güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesislerinin imar planları, parselasyon planları ve bunların değişiklikleri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca onaylanabilecek. Bakanlık tarafından onaylanan imar planları ve parselasyon planları, onay tarihi itibarıyla yürürlüğe girecek. Onaylı planlar, Bakanlık internet sitesinde on beş gün süre ile ilan edilecek, itiraz olmaması halinde ilan süresinin sonunda kesinleşecek. Yapı ve müştemilata ilişkin yapı ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi ve iş yeri açma ve çalışma ruhsatı da Bakanlıkça da düzenlenebilecektir.

 

  • Teklif ‘in 18. maddesi ile 6446 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

 

“GEÇİCİ MADDE 33- (1) .”

 

6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na eklenecek Geçici 33. madde ile yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı önlisans veya üretim lisansı bulunan üretim tesisleri için gerekli olan özel mülkiyete konu taşınmazların temini amacıyla 31/12/2030 tarihine kadar acele kamulaştırma kararı alınabileceği, bu sürenin Cumhurbaşkanı tarafından bir defaya mahsus olmak üzere beş yıl süreyle uzatılabileceği düzenlenmiştir.

Madde ile, yeşil dönüşüm kapsamında hızlı bir şekilde yatırımların hayata geçirilmesi amaçlanarak acele kamulaştırma yetkisi EPDK’ye devredilmiştir. Acele kamulaştırma yetkisi devredilemeyen yetkilerden olmasına rağmen bu yetkinin EPDK’ye devredilmesi, kuralsızlaştırmanın yansımasıdır.

 

  • Teklif ‘in 19. maddesi ile 6446 sayılı Kanuna aşağıdaki Geçici 34. madde eklenmiştir.

 

Bu düzenleme ile yapı ruhsatı ve/veya yapı kullanma izin belgesi olmadan tesis edilerek 31/12/2024 tarihinden önce kısmen veya tamamen işletmeye girmiş olan lisanslı elektrik üretim tesisleri ve bunların zorunlu altyapı unsurları için, imar planlarına işlenmiş bulunmak ve üretim lisansı sahibi tüzel kişilerce bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde müracaat edilmek şartıyla; statik bakımdan uygun olduğuna dair inşaat mühendislerince hazırlanacak rapor ve fenni mesuliyetin ilgili mühendislerce üstlenildiğine dair belge sunulması durumunda Bakanlıkça bedeli mukabilinde Üretim Tesisi Uygunluk Belgesi düzenleneceği, Üretim Tesisi Uygunluk Belgesinin, elektrik üretim tesisi ve elektrik üretiminin zorunlu altyapı unsurları kapsamındaki tüm yapılar için tek bir belge olarak düzenleneceği ve iş yeri açma ve çalışma ruhsatı yerine de geçeceği  düzenlenmiştir.

 

Birçok enerji tesisi yapı ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi olmadan çalışmakta; yapı ruhsatı olmadığı gerekçesiyle açılan davalarla durdurulan faaliyetlere bu düzenleme ile bir olanak yaratılmakta, yargı kararları dolanılmaktadır. Kaçak tesisler sebebiyle yaşanan çevresel kirlilik had safhadadır. Bu tesislerin mühürlenmesi, bu şirketlerin tespit edilerek benzer proje izin süreçlerinde bu sicillerinin dikkate alınması beklenirken kaçak tesislere imar affı denilecek bir düzenleme getirilmesi hukuken de gözetilen değerler açısından da kabul edilebilir değildir.

 

 

ÖZGÜRLÜK İÇİN HUKUKÇULAR DERNEĞİ EKOLOJİ KOMİSYONU